Kurban
KURBAN İBADETİNİN ÖNEMİ
Yüce dinimizin bizlerden istemiş olduğu bütün ibadetlerde hem fert açısından hem de toplum açısından birçok yararları vardır. Namaz kişiyi ibadet şuuruna ulaştırırken bir yandan da Kuranın ifadesiyle namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. (Ankebut, 29/45) Aynı şekilde oruç, zekat, hac vb. ibadetlerimiz şahsımıza birçok güzellikler kazandırmanın yanı sıra toplumun birlikteliğini sağlayan ve toplum dayanışmasını güçlendiren unsurlardır. Nitekim Kurban ibadeti de böyledir.
Diğer günlerde kendisinin etinden derisinden yararlanmak için kesilen hayvanlarla, kurban bayramında kesilen hayvanlar arasında elbete bir ayrım vardır. Kurban bayramında kesilen hayvanlar sadece kan akıtmak, yada etinden yararlanmak için kesilmemektedir. Bu ibadeti sadece bu unsurlara indirgemek elbette yanlış olacaktır. Bu sebeple ibadetlerimizi yerine getirirken o ibadetin konulma amacına uygun olarak hareket etmeliyiz.
Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapça’da bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir.[1]
Kurban İbadeti Yüce Rabbimizin Hz. Ademle başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan insanlığa emrettiği ibadetlerdendir. Nitekim Kuran-ı Kerimde bu hususa şöyle işaret edilmektedir.
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنسَكاً لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ
“Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!”[2] Bir başka ayette ise mealen şöyle buyrulmaktadır. “(Ey Muhammed!) Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.”[3]
Kurban, mali bir ibadet olmanın yanı sıra, kesilen hayvanların etlerinin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması sonucunda toplum hayatını iyi yönde etkileyen bir ibadettir. Bu sebeple Kurban ibadetinin hem fert açısından hem de sosyal yönden birçok faydası vardır.
Kişi kurban kesmekle öncelikle Allah’ın emrine, Hz. Peygamberin sünnetine uymuş olur. Nitekim Kuran-ı Kerimde فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ “Rabbin için namaz kıl kurban kes” buyrulmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır Tefsirinde bu ayeti şu şekilde izah etmektedir. “İhlas ile namaz, şükrün kalbi, lisani ve bedeni bütün çeşitlerini bir araya getirmekle beraber mali ibadeti kapsamadığından sadece namazla yetinilmeyip onunla beraber mali fedakarlıkla kurban keserek hayır yapmada emrolunmuş ve bu şekilde Hz. İbrahim’in sünneti olarak devam ede gelen Kurban bayramına da işaret buyrulmuştur.” Ayrıca yine bu sürenin tefsirini de şöyle ifade etmektedir. “Sana o kevseri verdiğimizden dolayı haydi sende Rabbinin bahşişine, vergisine hem bedenen hem malen her şekli ile şükretmek üzere Rabbin için ihlas ile namaz kıl, namaz kılmakla beraber kurbanda kes, o zaman böyle tevhid ve ihlas ile fedakârâne, ibadet, kulluk ve çok hayır işleyerek nimeti anlat. Rabbinin sana olan ihsanının kesilme ihtimali yoktur.” [4]
Sevgili Peygamberimizde hadis-i şeriflerinde Kurban ibadetinin önemine şöyle dikkat çekmektedir. “Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın”[5], “Ey insanlar, her sene, her ev halkına kurban kesmek vâciptir”[6] , “Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey namaz kılmaktır. Ondan sonra evlerimize dönüp kurban kesmek olacaktır. Her kim (böyle) yaparsa Sünnetimize uygun iş görmüş olur”[7]
Kurban kesmek kişinin samimiyetinin bir ifadesidir. Yaratanının istediği şeyi yerine getirmede samimiyeti ortaya çıkaran bir ibadettir. Bu sebeple, Kurban kesmek zekat ve fıtır sadakası vermekten daha fazla fedakarlık ifade eden bir ibadettir.[8] Bugünkü kurban şeklinin ortaya çıkmasına vesile olan Hz. İbrahim kıssası buna en güzel örnektir. Kişi kurban kesmekle Hz. İbrahim’in göstermiş olduğu itaate kendisinin de hazır olduğunu simgesel bir davranışla göstermiş olmaktadır.
Hz. İbrahim Yaratanına karşı bir söz vermiş ve bu sözün neticesinde kendisinden bu sözün neticesine uygun davranış beklenmiş, Hz. İsmail babasının vermiş olduğu bu sözü yerine getirmedeki samimiyetiyle imtihana çekilmiştir. Kuran-ı Kerim bu husus mealen söyle anlatılmaktadır. “İbrahim şöyle dedi:
-“Ben Rabbime (onun emrettiği yere) gideceğim. O bana yol gösterecektir.” “Ey Rabbim! Bana Salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”
Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona,
-“Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da,
-“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.
Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik:
-“Ey İbrahim!” “Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.” “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”
Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. İbrahim’e selam olsun. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o mü’min kullarımızdandı.”[9]
Kurban sadece kanın akıtılması ve etin bu günlerde tüketilmesi anlamına gelmemektedir. Kurban ferdin Yaratanına karşı duyduğu takvanın işaretidir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِن يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ
“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.”[10] Başka bir ayette ise mealen şöyle buyrulmaktadır. “Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır.”[11] Ayet-i kerimeler bize, Allah’a ulaşabilmemizin ve O’na karşı takva sahibi olabilmemizin bir yolu olarak Kurbanı işaret etmektedir.
Nitekim Yüce Allah biz kullarına sayısız nimetler vermiştir. Kuran-ı Kerimde de nimetleri ne kadar saysak sayamayacağımız işaret edilmektedir.[12] Bütün ihtiyaçlarımıza cevap bulabileceğimiz bu nimetler karşısında bize düşen ise şükürdür. Kurban kesmek suretiyle kişi, bedenen yapmış olduğu ibadetleriyle beraber mali ibadetiyle şükrünü yerine getirmektedir. İşte kurban, Allah’ın verdiği nimetlerinden dolayı kendisine gösterdiğimiz bir şükür ifadesidir. Yüce Rabbimiz kutsal kitabımızda şöyle buyurmaktadır.
وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُم مِّن شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.”[13]
Kurbanın ferde kazandırdığı güzelliklerden biriside cimrilik hastalığından, dünyaya olan düşkünlüğünden korumasıdır. Nitekim kesilen kurbanların etlerini fakirlere ulaştırmanın verdiği zevk ve heyecan, kişiyi mala olan düşkünlüğünden korur. Yüce Rabbimiz,
هَاأَنتُمْ هَؤُلَاء تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَمِنكُم مَّن يَبْخَلُ وَمَن يَبْخَلْ فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَن نَّفْسِهِ وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنتُمُ الْفُقَرَاء
“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz.”[14]buyurarak bizi Kendi yolunda harcamaya davet etmekte ve cimrilikten sakınmamızı emretmektedir. Sevgili Peygamberimizde bir hadisinde cimriliğin zararını şöyle ifade etmektedir.
واتَّقُوا الشُّحَّ ، فَإِنَّ الشُّحَّ أَهْلَكَ منْ كانَ قَبْلَكُمْ ، حَمَلَهُم على أَن سَفَكُوا دِمَاءَهم واستحَلُّوا مَحَارِمَهُم
“Cimrilikten sakının; Çünkü cimrilik, sizden önce geçenleri helak etmiş, onları kan dökmeye ve haramı helal görmeye sevk etmiştir.”[15]
Zekatta olduğu gibi Kurban ibadetini diğer ibadetlerden ayıran bir özelliği vardır. Kurban İslam’daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinden biridir. Hergün kesilen binlerce hayvanların etlerini daha çok mali gücü olanlar tüketmektedirler. Özellikle et alma imkanı bulamayan veya çok sınırlı olan aileler Kurban Bayramında kesilen hayvanların etleri sebebiyle hem kendilerine hem de çocuklarına bu lezzeti tattırma imkanı bulmaktadırlar. Bu sebeple Yüce Dinimiz, Kurban bayramında kesilen kurban etlerini üç bölüme paylaştırarak, bir bölümünü kendimize, diğer bölümünü akrabamıza ve komşularımıza, son kısmını ise ihtiyaç sahiplerine ulaştırmamızı istemektedir. Ayrıca kurban kesen şahsın hali vakti iyi değilse kurbanının tamamını evine harcayabileceği hükmü konulmuştur. Ancak fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak için kurban bayramı günlerinde kurban kesmek yerine onlara para vermek, gıda yardımı, vs. yapılması kurban ibadeti yerine geçmez. Bu husus İslam Dininde caiz görülmemiştir.[16]
Ramazan Bayramından önce verilen Fıtır sadakalarının fakirlere sağladığı bayrama hazırlık gibi, Kurban bayramında kurban kesilmesi ve etlerin fakirlere ulaştırılması neticesiyle fakirler, rızık endişesine düşmeden bayramlarını daha huzurlu ve sevinçli bir şekilde geçirirler. İhtiyaç sahiplerine Ramazan Bayramında verilen fıtır sadakaları ve Kurban bayramında verilen etlerle onlarında bayrama iştirak etmeleri sağlanır ve bu sebeple toplumda birlik ve beraberliğin önünde bulunan engeller ortadan kalkmış olur. Allah-u Teala bir ayette bu hususa şöyle dikkat çekmektedir. “…Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.”[17]
Sosyal hayatta Kurbanın getirdiği bir başka önemli husus ise, ticaretin canlanmasıdır. Kurban ibadetini yerine getirmek isteyenlerin oluşturduğu pazar, hem hayvan yetiştiriciliği yapanlara ekonomik alanda kazançlar sağlamakta hem de bu günlerde yeni iş sahaları açılmasına sebep olmaktadırlar. Günümüzde birçok yerde Kurban çadırları kurulmakta bu yerlerde yeni iş sahaları açılmakta ve ticari hayata farklı bir canlılık getirmektedir.
Kurban ibadetinin sosyal bir faydası ise ihtiyaç sahiplerini bulunduğu karamsarlıktan kurtarılması olmaktadır. Nitekim bu günlerde Ramazanda olduğu gibi fakirler hatırlanmakta, fakirler ise kendilerinin toplumdan dışlanmadığını daha iyi fark edebilmektedirler. Bu sebeple Kurban ibadeti, fakirin sofrasına tat getirdiği gibi yüzüne neşe getiren bir ibadettir.
Şimdiye kadar yapmış olduğumuz izahatlar ışığında şunları ifade edebiliriz. Kurban ibadetini yerine getirmekle Yaratanımızın rızası kazanılmasının yanı sıra Hz. Peygamberinde sünneti devam ettirmiş olmaktayız. Nitekim Sevgili Peygamberimiz vefatına kadar on yıla yakın bir süre hep Kurban kesmiştir.[18] Ayrıca Kurban sosyal hayatı hep olumlu yönde etkileyen bir ibadettir. Bu sebeple kurban kesip etlerini de ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak suretiyle de kişi, yaşadığı toplumdaki insanların hoşnutluğunu kazanmış olacaktır.
Bu haftaki dersimizi Cenab-ı Mevla’nın bir ayetiyle sonlandırıyorum.
قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”[19]
Yüce Rabbimiz yapmış olduğumuz ve yapacağımız bütün ibadetleri, özellikle de yakın zamanda keseceğimiz kurbanları kabul eylesin. Hem kendisinin hem de bütün insanların razı olacağı bir hayat geçirmeyi ve netice de iki dünya mutluluğunu kazanmayı cümlemize nasip etsin. Amin!
Ahmet ÜNAL
Vaiz
[1] TDV, İlmihal, c.II, s.1
[2] Hac,22/34
[3] Maide, 5/27
[4] Daha geniş bilgi için bkz. Hak Dini Kuran Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, c.IX, s. 199-208
[5] İbnMâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321
[6] Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2
[7] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Hadis No:515
[8] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., s.200
[9] Saffat,100-111
[10] Hac, 22/37
[11] Hac, 22/32
[12] Nahl, 16/18
[13] Hac, 22/36
[14] Muhammed, 47/38
[15] Müslim, Birr, 56
[16] T.D.V., İslam Ansiklopedisi, “Kurban” md. c.26, s. 436
[17] Hac, 22/28
[18] Tirmizi, Edahi, 11
[19] En’am,162
Kurban kesmenin faziletleri nelerdir?
Kurban kesmek birçok esrarı ihtiva eden faziletli bir ,ibadettir. Kurban Allah rızası için yapılan bir fedakarlık olup,Yüce Rabbimizin verdiği niğmetlere şükür,dünyevi ve uhrevi bela ve musibetlere kalkandır.Nitekim rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz bir hadisi şeriflerinde "kim gönül hoşluğu ile Allahtan sevap umarak kurbanını keserse onun için kendisini ateşten koruyan bir kalkan olur."buyurmuşlardır.Kurban gadab-ı İlahiyi söndürüp rıza-i ilahiye'yi celbeder.Çok kurban kesilen memlekette harb olmaz.Kurban kesecek mal gücü olduğu halde kesmezse muhakkak o kişinin ya kendisinden veya çoluk çocuğundan veya malından mutlaka bir kan akar.Kurban Bayramında umumi af tecelli eder.Kurbanda çoluk çocuk ve fukara için umumi bir menfeat vardır.
Allah rızası için kurban kesen kişi çok büyük ecre nail olur.Zeyd bin Erkam'."dan rivayet olunmuştur ki,Ashabı Kiram Allah Rasülüne "Bu Kurbanların mahiyeti nedir?"diye sordular." babanız Hazreti İbrahimin sünnetidir." diye cevap verdi.Yine sordular" Ya Rasülellah bize bu hususta ne vardır ".Peygamberimizde "Her kıl karşılığında bir hasene vardır." cevabını verdi. Yine sordular "Ey Allahın Rasülü koyunun yünüde öylemidir?"Dediler.Peygamberimizde " Evet yünden her tel karşılığında bir sevap vardır " buyurdular.Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) kıymetli kerîmeleri Hz. Fâtıma-i Zehrâ'ya, "Yâ Fâtıma! Kalk, kurbanının yanına git ve kurban kesilirken şu duâyı oku: (İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbi'l âlemîn. Lâ şerîke lehû ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü'l müslimîn."
Meâli: "Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin rabbi olan Allâh içindir. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslüman olanların evveliyim." (Sûre-i En'âm, âyet 162-163)
Muhakkak ki kurbanın yere damlayan ilk kan damlası ile ömründe işlemiş olduğun her günâh mağfiret olunur.
Muhakkak yarın kıyâmet günü kestiğin bu kurbanın kanını ve etini getirip yetmiş kat fazlasıyla, terâzinin sevâplar kefesine koyarlar." buyurdu.
Hz. Ebû Saîd (r.a.) der ki: "Yâ Rasûlallâh! Bu büyük ikrâm Muhammed aleyhisselâmın âline mi mahsustur, yoksa onlarla beraber bütün müslümanlara mı mahsûstur?" dedim. "Husûsî olarak Âl-i Muhammed'e, umûmî olarak bütün müslümanlara." buyurdu.
Rasûlüllâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Kurbanlarınızı büyük yapınız. Muhakkak ki onlar sırat üzerinde sizin binekleriniz olacaktır." (F-7)
Muhammed bin İshâk bin Huzeyme (r.h.) anlatır:
"Kardeşim Ahmed, çok ibâdet eden bir kimse idi. Dünyâ malından hiçbir şeyi yoktu. Bu halde iken, her sene kurban keserdi. Ne kadar sıkıntı çekse, bu ibâdeti terk etmezdi. Bu kardeşim dünyâdan göçtü. Rüyâda gördüm ki kıyâmetteyiz. Bütün insanlar Arasat'ta toplanmışlar. Ânîden kardeşimi gördüm. Benzerini görmediğim bir at üzerinde idi. Ayrıca birçok binekleri vardı. Kardeşime, "Allâhü Teâlâ sana ne yaptı?" dedim. "Mağfiret etti" dedi. "Hangi sebeple?" dedim. "Bir gün cuma camiinde namaz kılıyordum, cebimde bir gümüşüm vardı. Bir ihtiyar geldi. Sütûnun önünde durup, (Allâhü Teâlâ bana bir gümüş verene merhamet etsin. Borcum var ve alacaklım beni sıkıştırıyor. Kötü sözler söylüyor.) dedi.
Namazı kılıp bir gümüşü ona verdim. Beni kabre koyup gittikleri zaman bir ses duydum. "Ey Ahmed bin İshak! Bir muhtâca merhamet ettin. Biz de sana merhamet eyledik. Yaptığın günâhları affeyledim. Seni cennet ve dîdârıma lâyık eyledim diyordu." dedi
"Kardeşim, bu binekler nedir?" dedim.
"Bunlar, benim kestiğim kurbanlardır. Bineğim ise ilk kurbanımdır." dedi.
"Şimdi nereye gidiyorsun?" dedim,
"Cennete gidiyorum." dedi
Hazreti İbrahimin Kurban Kıssası
HAZRETİ İBRAHİM’İN OĞLU İSMAİL’İ KURBAN EDİŞİ
Bu kıssa Kuranı Kerimde Sâffat sûresinde zikredilmiştir. Şöyle ki:
Allâh’ü Teala İbrahim Aleyhisselâm’ı Nemrud’un ateşinden kurtardıktan ve O da Babil’den Şam’a hicret etmeye niyet ettikten sonra şöyle dedi: Ben Rabbime gidiyorum. Yani, Rabbimin bana emrettiği yere, Şam’a gidiyorum. Bu ayet hicrette asıldır ve ilk hicret eden de İbrahim Aleyhisselâm’dır. O, beni yoluna iletir.İbrahim Aleyhisselâm Şam’a ulaştığı zaman mahlukatın rabbine dua etti ve şöyle dedi.Ey Rabbim! Bana Salihlerden (bir oğul) ihsan et.Biz de ona yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Biz de ona bir oğul hibe ettik. Gelişip büyüdü. Oğlu, (İbrahim’in) yanında koşacak çağa gelince; Yani büyüyüp onunla birlikte ihtiyaçları ve menfaatleri için koşturacak duruma gelince.Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görmekteyim. Yani Allah için kurban ettiğimi görmekteyim.Artık bak, bu konuda ne düşünürsün? dedi. Çocuk da; “Babacığım! Sana ne emredildiyse yap. İnşallah beni (Allâh’ü Teâlâ’nın bu imtihanına) sabredenlerden bulacaksın” dedi. Vakta ki onlar Allah’ın emrine boyun eğerek teslim oldular.
İbrahim Aleyhisselâm oğlunu alnı üzerine yatırdı. Hadise Mina’da vuku bulmuştur. Bıçağı boğazına sürdü. Ama bıçak, kudreti ilâhiyyeden bir mani sebebiyle hiç kesmedi.Biz de ona şöyle seslendik. Ey İbrahim! Gerçekten sen rüyana (emredileni yerine getirmeye azmetmek suretiyle) sadakat gösterdin. Bu sana yeter. Şüphe yok ki Biz emre imtisal etmekle nefislerine iyi davrananları böyle mükafatlandırırız. Muhakkak ki bu, açık bir imtihandı. Ve ona (boğazlamak ve emredilen işi yerine getirmek üzere) büyük bir koçu çocuğun yerine fidye verdik. (Sâffat-99-107)
Bu kurbanlık, Habil’in takdim edip de kendisinden kabul edilen koç idi ve Cebrail Aleyhisselâm Cennetten getirmişti. İbrahim Aleyhisselâm tekbir getirerek onu kesti. (Ruhul Beyan ve Celaleyn)
KISSANIN TAFSİLİ
Vakta ki İbrahim Aleyhisselâm Allah’ü Teâlâ’dan kendisine salih bir evlat vermesini istedi. Cebrail Aleyhisselâm geldi ve bir oğlan çocuğu olacağını müjdeledi. İbrahim Aleyhisselâm da aşırı sevincinden, onu, Allah rızası için kurban edeceğini nezretti. Sonra İsmail Aleyhisselâm dünyaya geldi. Yedi veya on üç yaşına geldiğinde Halil-İbrahim Aleyhisselâm Celil olan Rabbinin emriyle Hazreti İsmail’in de yardımı ile Kabe’yi bina etti. Kabe’nin inşaası bitince Beyt-i Şerifi haccetti. Hac vazifelerini bitirdikten sonra Zilhiccenin sekizinci gecesi rüyasında:
“Rabbin sana şu çocuğu kurban etmeni emrediyor” denildiğini gördü.Sabahleyin tefekkür etti. “Allah’tan mı, yoksa şeytandan mı? diye iyiden iyiye düşündü. Bu güne “Tevriye günü” denildi. Sabahleyin koyunlarının en iyilerinden yüz tane seçti ve onları kurban etti. Bir ateş geldi, onları yok etti. İbrahim Aleyhisselâm da bunların kafi olduğunu zannetti.İkinci gece (dokuzuncu gece) aynı rüyayı tekrar gördü. Bunun Allah’tan olduğunu anladı. Onun için dokuzuncu güne “Arefe” adı verildi. Bu sefer develerinden yüz tanesini seçti ve onları da kurban etti.Üçüncü gece (kurban bayramı gecesi) tekrar aynı rüyayı gördü ve;“İlâhi, benim kurbanım nedir?” dedi. Cenab-ı Hak:“Sevgide bana ortak ettiğin oğlundur,” buyurdu. İbrahim Aleyhisselâm istiğfar ederek uyandı. Oğlunu kesmeye karar verdi. Zilhiccenin onuncu günü olan bu gün “Nahr” kurban kesme günü diye isimlendirildi.
Hazreti İbrahim oğluna şefkat eder vaziyette İsmail Aleyhisselâm’ın annesi Hacer validemizin yanına geldi, dedi ki: “Başını yıka, koku ve yağ sür, en güzel elbiselerini giydir. Onunla koyun gütmeye gitmek istiyorum.”
İbrahim Aleyhisselâm yola çıkarken yanına ip ve bıçak aldı. Kesilecek yere yöneldiklerinde Şeytan İbrahim Aleyhisselâm’ın yanına geldi. Gönlüne fitne ve fesat sokmak istiyordu. Dedi ki:“Bu işte acele etme. Belki Allah bu kesim işinden sizi muaf tutar. Çocuğun boyunu,endamını, sîret ve suretinin güzelliğini görmüyor musun?” İbrahim Aleyhisselâm:“Bu bana Rabbimin emridir. Bu hayırlı bir iştir. Hayırlı iş geciktirilmez,” dedi. Hazreti İbrahim’den ümidini kesen Şeytan İsmail Aleyhisselâm’ın yanına geldi, şöyle dedi: “Sen sevinip duruyorsun. Ama babanın yanında bıçak var. Rabbinin emrettiği zannıyla seni kesmek istiyor.” İsmail Aleyhisselâm şeytana şöyle cevap verdi:“Peygamberlerin vahyinde yalan olmaz. Eğer böyle yapmak isterse dinler ve itaat ederim.” Şeytan başka sözler de söylemek istediğinde İsmail Aleyhisselâm eline taş aldı ve ona attı. Sol gözünü kör etti. Şeytan Aleyhillane eli boş ve üzüntülü olarak oradan kaçtı.Onun içindir ki Hazreti Allah, şeytanı kovmak için taşları atmayı (hacılara şeytan taşlamayı) vacib kıldı.Melun, bundan sonra Hacer validemizin yanına geldi. Çeşitli şekillerde gönlüne vesvese vermek istedi. Onu aldatmaya da muvaffak olamadı. Hayret içinde kaldı ve perişan oldu. Vakta ki Mina’daki kesim yerine ulaştılar. İbrahim Aleyhisselâm oğlunu imtihan için şöyle dedi: “Oğulcağızım! Rüyada seni kesiyor görüyorum. Sen buna ne dersin, nasıl bir reyde bulunursun?” İsmail Aleyhisselâm:
“Babacığım! Emr olunduğun şeyi işle, İnşaallah beni sabredenlerden bulursun,” dedi.Kesmeye azmettiğinde İsmail Aleyhisselâm dedi ki: “Babacığım, ellerimi bağla ki hareket etmeyeyim. Yüzümü yere doğru getir ki bana bakıp da merhamete gelmeyesin. Gömleğimi de anneme götür de ona hatıra olsun. Ayrıca ona benden selam söyle ve “Allah’ın emrine sabret” de.”
Sonra kesilmek üzere yatırılan koyun gibi, oğlunu sağ yanı üzerine yatırdı. Ellerini bağladı. Hazreti İsmail kendi kendine düşündü. Dedi ki: “El ve ayaklarımı çöz babacığım. Ta ki Allâh’ü Teâlâ’nın emrini zorla yaptığımız zannedilmesin. Bıçağı da boğazımın üzerine süratle çekmek için koy ki, melekler Allah’ın emrine itaatkar olduğumu bilsin.”
Sevgilinin eliyle bana zehir sunulsaydı,
Bu zehir onun elinden iyi gelirdi.
Hazreti İsmail elleri ve ayaklarını bağlanmamış vaziyette uzatıverdi. Yüzünü de yere doğru çevirdi. İbrahim Aleyhisselâm bıçağı onun boğazına koydu ve bütün kuvvetiyle çekti.
O anda Hazreti Allah meleklerin gözlerinden perdeyi kaldırdı. Bir de ne görsünler, İbrahim Aleyhisselâm oğlu İsmail’i kurban ediyor. Bu manzarayı görünce hemen secdeye vardılar.
Allâh’ü Teâlâ meleklere buyurdu ki: “Dostum İbrahim’e bakın, benim rızamı kazanmak ve emrimi yerine getirmek için oğlunun boynuna bıçağı nasıl sürüyor ? Halbuki siz:
“Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir kavim mi yaratacaksın? Halbukibiz sana hamd etmek suretiyle tesbih ve takdis ediyoruz,” (Bakara-30) demiştiniz.
Rivayete göre;
Hazreti İbrahim bıçağı her çekişinde bıçak tersine, sırtı üstüne döndü ve Allah’ın izniyle kesmedi. İsmail Aleyhisselâm şöyle haykırdı: “Babacığım! Bana olan sevginin şiddetinden dolayı, korktuğum başına geldi. Elinin kuvveti gitti, kesmeye gücün yetmiyor. Babacığım, bıçağını tekrar bile.” Hazreti İbrahim kayaya dayandı. Bıçağını tekrar biledi. Bıçak sanki bir ateş parçası gibi oldu. Sonra tekrar sürdü. Allah’ın izniyle yine kesmedi. Oğlu: “Sana ne oluyor da tembel davranıyorsun?” dedi.
Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm öfkelendi ve bıçağı bir taşa vurdu. Taş iki parçaya ayrildi,
“Çok acaib bir iş yaptın. Taşı kesiyor, ama et parçasını kesmiyorsun” dedi. Bıçak onun öfkesinden koktu. Allâh’ü Teâlâ’nın kudretiyle konuştu ve şöyle dedi: “Ya İbrahim! Sen “kes” diyorsun, alemlerin İlâhı ise “kesme” diyor.” Kendisine şöyle nida edildi:
“Ey İbrahim! Gerçekten sen rüyana sadakat gösterdin.”
O anda Allâh’ü Teâlâ Cebrail Aleyhisselâm’a şöyle emretti.
“Cennete gir, boynuzlu, alaca bir koç al, İbrahim’e götür ve benim tarafımdan ona de ki:
“Oğlunu sana hibe ettim. Oğlunun yerine şu dağdan inip gelen koçu kurban et.”
Cebrail Aleyhisselâm Cennete girip de koçun boynundan tutuğu vakit bunu görenler İsmail Aleyhisselâm’ın Rabbi yanındaki kerametine, kadrü kıymetine hayret ettiler. Bunun
üzerine Hazreti Allah şöyle buyurdu:
“İzzetim ve celalim hakkı için, bütün melekler boyunlarını İsmail’e fidye olarak koysalardı yine de onun “babacığım, sana ne emredildiyse yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” sözüne mükafat olamazdı.”
Cebrail Aleyhisselâm dünya semasına geldiğinde Hazreti İbrahim’i, oğlunu kesmek için aceleyle bıçağı boynuna çekerken gördü.
“Allâh’ü Ekber,” diye tekbir aldı. İbrahim Aleyhisselâm da başını dağa doğru kaldırdığı zaman Mina’ya yakın olan dağdan boynuzlu, alaca bir koçun aşağı doğru yavaş yavaş indiğini gördü. Bunun Allah’tan bir müjde olduğunu anladı ve “Lâ İlâhe illallâhü vallâhü ekber,” dedi. Hamd ve şükür makamında bulunan İsmail Aleyhisselâm da:
“Allâh’ü Ekber ve lillâhil hamd,” diye hamd etti. Cebrail Aleyhisselâm Hazreti İbrahim’e:
“Şu kurbanlık, oğlun için bir fidyedir, onu değil, bunu kes,” dedi. İbrahim Aleyhisselâm koçu alıp getirmesi için oğlunu gönderdi. Koç kaçtı. Hazreti İsmail takip etti, “birinci cemre” denilen yere kadar çıktı. İsmail Aleyhisselâm yedi adet taş attı ve oradan çevirdi. Koç “ikinci cemre” ye geldi. Orada da yedi taş attı ve çıkardı. Hazreti İbrahim koçu tuttu ve kesti.
Koçun kaçmasının faydası, kurban kesim yerinin izhar edilmesi idi. Bu da Mina mevki idi. Taşların atılması sünnet, teşrik tekbiri vacip olarak kaldı
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in bir rüyası
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib bir rü’yâ görmüştü. Rü’yâsında:
- Kalk! Zemzem kuyusunu kaz! diye emredildi. Gündüz, oğlu Hâris ile beraber, Kâ’benin yakınında kendisine işâret edilen yeri kazmaya başladılar. Önceleri bu işle pek ilgilenmiyen Kureyşliler, Zemzem kuyusunun açıldığını görünce, hak talep ettiler ve dediler ki:
- Bu bizim dedelerimizin kuyusudur. Burada bizim de hakkımız var. Eğer bizim teklîfimizi kabûl etmezsen, sen bizimle başa çıkamazsın! Çünkü senin bir tek oğlun var; biz daha kalabalığız ve senden güçlüyüz.
Abdülmuttalip, tamâmen kendi hakkı olan bu kuyuya, başkalarının da ortak olmak istemelerine üzüldü. Ama gerçekten de onlarla mücâdele edecek, hakkını savunacak durumda değildi. Bu duruma çok üzülüp içi burkulunca, Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı:
- Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsân eyle! Eğer bu duâmı kabûl edersen, içlerinden birini Ka’bede Sana kurbân edeceğim.
Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabûl etti ve on oğlu oldu. Bu on oğlundan birinin adı Abdullah’tı. Oğullarından en çok bu Abdullah’ı seviyordu. Onda diğerlerine göre çok farklılık vardı.
Zemzem kuyusunu bulduktan ve zaman içerisinde on oğlu olduktan sonra Abdülmuttalib’in şânı ve şöhreti iyice artmıştı. Bir gece Abdülmuttalib’e rü’yâsında şöyle bir îkâz yapıldı:
- Ey Abdülmuttalib, adağını yerine getir!
Abdülmuttalib seneler önceki adağını unutmuştu. “Adağını yerine getir” diye îkâz edilince, sabahleyin hemen bir koç kesti. Ertesi gece yine îkâz edildi:
- Ondan daha büyük kurbân kes!
Bu defa da bir sığır kurbân etti. Yine îkâz edildi:
- Daha büyüğünü kes!
Bu defa da bir deve kurbân etti. Fakat îkâz yine devâm ediyordu. Bunun üzerine rü’yâda sordu:
- Bundan daha büyüğü ne olabilir, ne kesmeliyim?
O zaman kendisine şöyle cevap verildi:
- Hâtırlarsan, seneler önce oğullarından birini kurbân etmeyi adamıştın. Bu adağını yerine getir!
Adağını hâtırlayan Abdülmuttalib, ertesi gün çocuklarını topladı. Kendilerine durumu anlattı. Hiçbiri i’tirâz etmedi.
- Memnûniyetle; hangimizi istersen kurbân edebilirsin dediler.
Abdülmuttalib, kurbân edeceği oğlunu kur’a ile tesbît etmek istedi. Ama kur’a, en çok sevdiği oğlu Abdullah’a isâbet etti. Fakat söz vermişti; adağını yerine getirmeliydi. Keskin bir bıçak ile berâber oğlu Abdullah’ı alıp Kâ’be-i şerîf’in yanına geldi.
Bu hâdiseyi duyan Kureyşliler, hemen onun yanına koşup dediler ki:
- Biz, bu işe aslâ râzî değiliz. Eğer sen bu işi yaparsan, bu, âdet hâline gelir. Herkes, oğlunu kurbân etmek zorunda kalır. Buna başka bir çâre bulalım. Sonra şöyle bir çâre bulundu: Develer ve oğulları arasında kur’a çekilecekti. O zaman Kureyş’te insan diyeti on deve idi. Oğullarına isâbet ettiği müddetçe her defasında on deve ilâve edilerek, kur’a, develere çıkıncaya kadar buna devâm edilecekti.
Kur’aya başlandı. Fakat çekilen her kur’a, Abdullah’a isâbet ediyordu. Her defasında on ilâve edilerek devâm ediliyordu. Onuncu kur’ada deve sayısı yüz olunca, kur’a develere çıktı.
Abdülmuttalib, hemen yüz deveyi kurbân etti; oğullarından hiç birine, bu etlerden hiçbir şey vermeden tamâmını fakîrlere dağıttı.
İsmâîl aleyhisselâmın, kurbân edilmekten kurtulma hâdisesinden sonra, ikinci evlâd kurbân edilmeme hâdisesi de bu olmuş oldu.
İşte, Peygamber Efendimizin soyu, İsmâîl aleyhisselâma dayandığı için, “Ben, iki kurbânlığın oğluyum” buyururdu.
Bilindiği üzere kurbân ibâdeti, dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz. Âdem’den beri bilinen ve yapılagelen bir ibâdettir. Tabîî ki İslâmiyette insan kurbân etmek yoktur; şiddetli harâmdır.
Hac sûresinin 36-37. âyetlerinde umûmî olarak kurbân ibâdeti; Mâide sûresinin 27. âyetinde, Âdem aleyhisselâmın 2 oğlunun kestikleri kurbân, yine aynı sûrenin 103. âyetinde adak kurbânı; Sâffât suresinin 102-107. âyetlerinde Hz. İbrâhîm aleyhisselâm’ın kestiği kurbân; Bakara 196; Mâide 2, 95, 97 ve Fetih 25’te ise [Temettu’ ve Kırân haclarından birini yapanların] hacda kestikleri kurbânlar zikrolunmuştur.
Kevser sûresinde ise, Peygamber Efendimize farz olan, fakat (Hanefî mezhebine göre) ümmetinden zengin olanlara vâcip kılınan, (Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise sünnet-i müekkede olan) kurbân beyân buyurulmaktadır.