Oruç
ORUÇ TUTMANIN ÖNEMİ
Oruç tutmanın bildiklerimiz dışında anlamı nedir?
Niçin oruç tutuyoruz?
“Oruç tutun” niye denmiştir?
Özetle, oruç nedir?
Oruç, bedeni terbiye etmektir.
Bir yıl içinde on bir ay bedenimiz bizi yönetir.
Örneğin; canımız karpuz ister Karpuz yeriz, hemen sonrasında “canım dondurma istedi” der, dondurma da yeriz.
Benliklerimizin yönetimi altında duygularımızın esiri olarak, kendimizin farkında olmadan yaşarız. Buna “Otomat” bir yaşam diyebilirsiniz.
İşte Ramazan ayında, bedenimize “Dur, şimdi seni ben yöneteceğim” diyoruz.
Oruç tutmak, kişiyi kendine, iç yapısına yöneltir ve kendini tanıma olanağı sağlar.
Kişiye, yetinmenin, kanaatin gerekliliğini, o ruh halini yaşatarak öğretir.
Oruç halet yaşamaktır. İnsana sabrı ve kendine hakim olmayı öğretir.
“ Öfkesine hakim olan Cennetliktir” sözü boşuna söylenmemiştir.
Oruçlu iken tüm duygularına yön verecek, aksayan yanlarını bulacaksın. Seni neler zorluyor, belirleyecek ve sonra değiştireceksin.
İçimizdeki hücrelerin nasıl çalıştığını, birbirleriyle olan ilişkilerini yeterince bilmiyoruz. Bir tarafı düzeltirken, diğer yanı bozuyoruz.
Açıklamak istediğim şu:
Oruç tutan bazı kişiler çevresine zarar verir, çekilmez olurlar.
Bir başkası için, “Bu kişi oruç tutmuyor “ diye karışır ve onları yargılamaya kalkarlar.
Evine geldiğinde, çocuklarını azarlar, “Ayağımın altında dolaşmayın, zaten açlıktan başım dönüyor” gibi sözler söylerler.
Dikkat ederseniz, böyle davranmakla, bir benliği söndürürken, yeni bir benlik oluşturuyoruz. Oruçluyken davranışlarımıza çok dikkat etmeliyiz.
Yukarıda belirttiğim davranışları sergilerken, yanlışlar yapıyoruz.
Semavi bir emri yerine getiriyoruz ama, semavilik nedir bilmiyoruz.
Oruç, bedene şok vermektir. Normal yaşantısında bedenini yönetemeyen kişi, oruçlu iken daha yüksek frekanslı enerjilerle yüzleşir. Bu frekans düzeyinde iken, günlük yaşantısında alamadığı enerjileri sezip, uygulamaya başlar.
Oruç, kişinin kendisini test etmesidir. Negatif düşüncelerden arınıp, pozitif düşünceler üretmesidir.
Şimdi sizlere farklı bir oruçtan söz edeceğim.
Mademki ramazanda oruç tutuyoruz bunu bir fırsat bilerek düşüncelerimize de oruç tutturabiliriz. Gerçekte olması gereken de budur. "Düşünce orucuna" giriniz. Bunun anlamı; düşünceleri yeni anlayışlarla şekillendirip yönetmektir.
Orucun bir başka anlamı da bedene özgürlük kazandırmaktır. Ramazan ayı boyunca bedeninizi yöneterek, terbiye ederek bazı alışkanlıklardan arındırmış oluyoruz. Dinimizin değerini bilelim. Batı, teknolojik ve maddesel bir gelişme içindeyken, doğu, ruhsal gelişme içindedir. Bedene özgürlük tanımak büyük bir kazançtır. Çünkü kazanç için ilk adım özgürlüktür. Özgürlük sabırla mümkündür. Sabır ise bilginin test edilmesidir. Çünkü "sabır en büyük eğitimdir". Gerçek Tanrı Erleri, sabrı kendine baston edenlerdir.
Düşünce bir enerjidir ve kişinin imajına göre şekil alır. Bu açıdan baktığımızda, insan geleceğini kendi şekillendirir diyoruz.
İnsan, devamlı olumsuz düşünceler üretirse, sonucunda fiziksel ve duygusal olarak bu hali benimsemeye başlar ve beyin dalgalarının frekansında da, olumsuzluklar oluşur.
Sonuç olarak, ektiklerimizi biçeriz.
Son günlerde beden dengelerinin bozulduğunu gelen hastalarımızdan anlıyoruz.
Beyin hücrelerinde oluşan kayıplar nedeniyle, depresyonlar çoğaldı.
Bunları önleyebilmek, depresyonun oluş nedenlerini bilmekle mümkündür.
Ramazan boyunca bir insana ulaşmaya çalışın. Bir kişiye ulaşmak, o kişiyi uyandırmak ve ona ışık vermektir. Ona bir elektron aktarmaktır. Çünkü bedenimiz bir elektron topluluğudur. Her elektron bir bilgi taşır.
Gerçekleri sokaklarda, insancıklarda arayalım. Sokaklarda daha belirgin gerçekler var.
Gerçeklik hayatın içinde, caddelerde...
İlkel mitolojilerden ve düşüncelerden kurtulalım.
Vazife, yaradanı taşta, toprakta, bitkide aramaktır.
Orucun Faziletleri ve Faydaları
Oruç, sözlük anlamı olarak mutlaka imsak, yani (tutmak) manasınadır. Şer’i manası ise, mübarek Ramazan’da her gün şafak atmazdan güneşin batmasına kadar, ibadet amacı ile niyetlenip, yemekten, içmekten ve cinsi münasebette bulunmaktan, nefsini alıkoymaktır.
Oruç, Hicretin ikinci senesinde, Zekât’dan sonra farz olunmuştur. Farz olduğu Kur’an-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflerle sabittir.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’inde, Bakara sûresinde meâlen: «Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde oruç farz kılındı, (tâ ki günahlardan) konmasınız» buyurmuştur.
Bu ayeti celilenin mealine göre orucun, şer’î hikmeti hiç şüphesiz nefsimizi ittika hususunda irademizi terbiye ve tehzibdir, nefse hâkimiyettir. Bunu gerçekleştiren bir insan muhakkak faziletkar bir insan demektir.
Her şeyden önce oruç tutmaktan maksat maddi bir menfaat değil, dini bir vazifeyi ifa etmektir. Allah’ın emrini yerine getirmektir. Bununla beraber orucun sıhhî, ahlâkî, insanî, içtimaî ve iradî bakımdan da bir takım faziletleri ve şer’î hikmetleri vardır.
Oruç sıhhîdir, çünkü mideyi senenin muayyen bir ayında mecburî olarak dinlendirir, bedenin hareketlerini düzenler, vücuda zindelik verir, zahiri ve bâtını hastalıklardan korur.
Peygamberimiz (S.A.) bir Hadîs-i Şeriflerinde : «Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.» buyurmuşlardır.
Kanunî Sultan Süleyman’ın dediği gibi:
«Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,»
Olmıya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.»
Dünya üzerinde uzun ömürlü olanların ve sıhhatte bulunanların çoğu, az yiyenler ve oruç tutanlardır. Artık bu hakikati zamanımızda tıp âlemi de kabul etmiş bulunmaktadır.
Hadîs imamlarından İbni Mâce’nin rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz :
«Her şeyin bir zekâtı vardır, vücudun da zekâtı oruçtur. Oruç sabrın (mukavemetin) yarısıdır.» buyurmuşlardır.
Oruç bedene mukavemet verir. Cismani bir takım faydalar sağlar. Oruç ahlâkî, içtimaî ve insânîdir. Çünkü yardımlaşmayı ve tesanüdü sağlar, zenginleri şefkat ve merhamet duygularıyla fakirlere bağlar, bu suretle fakirlerin halini anlar, kibir ve gururunu kırar, iftira etmekten, yalan söylemekten, yalan yere yemin etmekten, yalancı şâhitlik yapmaktan, sövmekten ve bir kimseyi eliyle, diliyle incitmekten korur, ahlâkını terbiye ve tehzib ile dâima iyiliği teşvik eder. Zem olunan şeylerden çekinir, hayatın tadını artırır. Kalpde Allah korkusu ve muhabbet duygusu olunca haram ve helâlin ne olduğunu anlar. Haram işlemekten çekinir. İyi niyetli işlere sarılır. Allah’ın kulu olduğunu, yardımın yalnız ondan geleceğini bilir.
Mısır’da kıtlık zamanında Hazret-i Yusuf Aleyhisselâmın üç günde bir yemek yediğini söylerler. Bir gün kendisine bunun sebebini sorduklarında : «Her dâim tok olacak olursam, fakirlerin hâlini bilmem güç olur, onlara merhamet etmeyi düşünmeyebilirim. Binaenaleyh fakirlerin açlıklarını her zaman duymak istiyorum.» demiştir. Bu düşünce bize açlığın te’sirini bizzat nefsimizde duymakla mümkün olacağını ifade etmektedir.
Oruç ayının bazan kışa, bazan bahara ve bazan da yaza tesadüf etmesinde de büyük hikmetler vardır. Oruç ayı (Ramazan) daima her yıl on gün önceden gelir. Bunun için de oruç tutacağımız zamanlar haliyle değişir. Bu suretle oruç ayı bazan yaza, bazan kışa ve bazan da bahara rastlar. Bu suretle her insan kısa ve uzun günlerin açlığının ne olduğunu hisseder, aç olanları düşünür, onların yardımlarına koşar. İnsanı küçülten nefsânî heves ve arzularından siyanet eder, haksızlığa sapmaz, adâletten ayrılmaz, doğruluktan şaşmaz ve Allah korkusunu hiçbir zaman kalbinden çıkarmaz ve nefsinin esiri olmaz.
Oruç, iradidir, her şeyden önce nefse hâkimiyettir. Günün birinde veya bir harp zamanında yiyecek ve içecekten mahrum kalındığında açlığa ve susuzluğa sabır ve tahammül edebilmek kudretini artırır, sıkıntılara katlanır, süflî tabiatlarından korunur ve olgunlaşmaya vesile olur. Otuz gün devamlı oruç tutan insan elbette nefsine galebe etmiş, kendisini iyi bir meziyete sâhibi kılmış, sabır ve tahammüle alışmış bulunur.
Orucun külfeti çoktur; fakat nimeti de boldur, çünkü oruç fenalıklara karşı bir kalkandır, oruçlunun kötü söz söylemesine, bir müslüman kardeşini incitmesine imkân yoktur.
Oruçlu bir kimsenin Allah yanındaki yeri çok büyük ve yüksektir. Bunun için orucun mükâfatını Allah bizzat verecektir. Zira oruç gözle görülmeyen bir ibadettir. Kul ile Hâlik arasındaki bir sırdır. Bir kimsenin oruçlu olup olmadığını yalnız Cenab-ı Hak bilir, hatta bir Hadîs-i Kudside, Allah: «Oruç benim içindir ve onun mükâfatını ancak ben veririm.» buyurmuştur.
Oruç iradeyi kuvvetlendirir. İlâhî murakabenin kalbe yerleşmesini sağlar.
Resul-i Zişan Efendimiz bir Hadîs-i Şeriflerinde :
«İman ve ihtisab (hesaba çekme — mücâzât) ile Ramazan-ı Şerifte oruç tutan bir kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur.» buyurmuşlardır.
Oruç şüphesiz nefse hâkimiyet yönünden en mühim bir âmildir, ibadetlerin efdalıdır. İlâhî emre tereddütsüz inkiyad ve râm olmaktır, boyun eğmektir.
Oruç imsak vaktinden güneşin batmasına kadar geçen zaman içinde yeme, içme ve cinsî birleşmeyi ibadet niyetiyle terketmektir.
Buna göre oruç tutacak kimsenin önce oruca niyet etmesi gerekir. Niyetin sözle olanı, "Yarın Allah rızası için oruç tutmaya niyet ettim" gibi bir ifade ile yapılmış olur. Bunu dili ile söylemeyip kalbinden geçirmek de kafidir. Oruç tutmak niyetiyle kalkıp sahur yiyen kimse de fiil ile niyet etmiş olur. Niyetin oruç günü, güneşin tepe noktasına gelmesinden önce yapılmış olması şarttır.
İmsak vaktinden maksat fecir; yani tan yerinin ağarmasıdır. Oruca niyet eden kimse imsaktan itibaren yeme ve içmeyi eşi ile cinsî birleşmede bulunmayı terkeder. Bunların dışında terk etmesi farz olan bir şey yoktur; normal, günlük işleri ile meşgul olabilir. Akşam olup güneş batınca oruç yasaklarından birini işleyerek orucunu açar.
İftarın geciktirilmemesi matlûptur *. İftardan önce şöyle bir dua okunması uygundur: "Allahım senin için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim ve dayandım, senin lûtfettiğin rızık ile orucumu açıyorum, geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla Rabbim!"
Şu da Peygamberimizin yaptığı dualardan biridir:
"Allahım! Her şeyi kuşatan rahmetinle senden beni bağışlamanı diliyorum!" "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşaallah sevap kazanıldı." "Allahım senin için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açtım."
Orucun vakti
Oruç ibadetinin güneşin batmasıyla sona ereceği konusunda ihtilâf yoktur. Ne zaman başlayacağı ve güneşin normal sürelerde doğup batmadığı yerlerde orucun nasıl tutulacağı konusunda ise farklı anlayışlar ve yorumlar vardır: a) Orucun başlama zamanını da belirlemek üzere gönderilmiş bulunan bu âyette mesele -bize göre- açıklığa kavuşmuştur. Şöyle ki âyette gece (leyl) kelimesi iki defa geçmektedir. Baştaki gece -daha sonra gelen açıklamalarla birlikte- orucun başlangıcını göstermekte, sondaki yani "Sonra orucu geceye kadar tamamlayın" cümlesinde geçen gece ise ibadetin bitiş vaktini işaretlemektedir.
"Fecirden siyah ip beyaz ipten sizin için ayırt edilir hale gelinceye kadar" ifadesi, "tan yerinin beyazlığı gecenin siyahlığından ayrılıncaya kadar" yani "fecir söküp tan yeri ağarmaya başlayıncaya kadar" anlamına gelmektedir. Bu konuda rivayet edilen hadisler içinde (Buhârî, "Savm",16, 17; Müslim, "Sıyâm", 33, 39 vd.; Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 17) geceyi güneşin doğmasına kadar götüreni yoktur. Hadislere göre gecenin sonu tan yerinin ağarmaya başlamasıdır. Bu sebeplerden dolayı imsakin (orucun başlangıcı) güneşin doğmasıyla başlayacağını söyleyen hiçbir müctehid ve müfessir yoktur. Bazı zaman, mekân ve durumlarda ağarmanın tesbiti güç olduğundan, emin oluncaya kadar yeme içme serbestliğinden faydalanılmasına izin verilmiştir. Günümüzde olduğu gibi tan yerinin ağarmaya başladığı -birçok araçla ve kolaylıkla- tesbit edilince oruç başlar ve artık orucu bozan fiiller yasak hale gelir. b) Ekvator'dan kuzeye ve güneye doğru ilerledikçe güneşin doğma ve batma vakitleri değişir, uzar ve kısalır, nihayet günlerce ve aylarca doğmadığı veya batmadığı enlem derecelerine ulaşılır. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar namaz ve oruç vakitlerini nasıl ayarlayacaklardır?
Bazı fıkıhçıların ileri sürdüğü "Normal vaktin olmadığı yerlerde, normal mıntıkalara mahsus oruç ve namaz ibadeti de olmaz" düşüncesi isabetli değildir. Allah Teâlâ Mekke ve Medine gibi yerlerde yaşayan Müslümanlara hitap ederek yirmi dört saatlik bir zaman dilimi içinde beş kere namaz kılmalarını ve yılda bir ay da oruç tutmalarını istemiştir. İbadetin sebep ve hikmeti bir yandan insanın ibadetle eğitilmesi, Allah'a yakınlık elde etmesi, diğer yandan âhirette geçer akçe olan ecir ve sevabın elde edilmesidir. Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminler de -çalışma, dinlenme, yeme ve içme gibi hususlarda- hayatlarını yirmi dört saate göre düzenlemekte yani normal mıntıkalarda yaşayan insanlar gibi yaşamaktadırlar. Bu müminlerin de dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî (sanal) olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır.
Bu şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir: 1. Mekke takvimini uygulamak. 2. Kendilerine en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak. Kıyamet yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine Hz. Peygamber'e, bu "bir yıl kadar uzun günde" namazları nasıl kılacaklarını soran sahâbîler, "Daha önceki normal günlere göre kılarsınız" cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır (Müslim, "Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri).
Orucu bozan şeyler:
Orucu bozan şeyler iki gruba ayrılır: Birinci grup orucu bozan, hem kaza hem de keffaret gerektiren, ikinci grup ise orucu bozmakla beraber yalnızca kaza gerektiren şeylerdir.
Kaza: Ramazandan sonra, uygun bir zamanda, geçirdiği orucu tutmaya niyet ederek -tutamadığı her oruca karşılık- bir oruç tutmaktır.
Keffaret: Sırayla bir köle veya cariyeyi azad ederek hürriyete kavuşturmak, bunu yapamazsa iki ay aralıksız oruç tutmak, bunu da yapamazsa altmış fakiri birer gün doyurmak veya bunun bedelini vermektir.
Orucu bozan, hem kaza ve hem de keffareti gerektiren şeyler:
1-Kasten, bilerek cinsî temasta bulunmak.
2-Bilerek yemek ve içmek.
Bunlardan birincisinde bütün İslâm müctehidleri ittifak etmişlerdir. İkincisinde (cinsî birleşme dışında) keffaretin gerekmesi Hanefîlerin de dahil bulunduğu birtakım müctehidlere göredir.
Keffaretin gerekmesi için Ramazanda oruca niyet edilmiş olması, bilerek ve isteyerek bozulmuş olması, bozduktan sonra hastalık, yolculuk gibi bir durumun ortaya çıkmaması şarttır.
Orucu bozup yalnızca kaza gerektiren şeyler:
1- Normalin dışında cinsî temas.
2- Öperken veya dokunurken boşalma.
3- Lavman yaptırmak, kulak veya buruna ilaç damlatmak, başta veya vücuttaki bir yaraya ilâç koymak suretiyle karın veya dimağa ilâcın girmesine sebep olmak. Bu ictihad Ebû Hanîfe'ye aittir. Yine Hanefî mezhebinin iki büyük imamı Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre vücudun tabiî deliklerinden değil de yara ve çıban gibi sonradan açılan yerlerden giren şey orucu bozmaz.
4- İmsak olmadı veya iftar zamanı geldi zannederek yemek ve içmek; sonra da yanıldığını anlamak.
5- İsteyerek ağız dolusu kusmak ve anormal şeyleri yemek. Bunlar ve benzeri durumlarda oruç bozulur; ancak keffaret değil, yalnızca kaza gerekir.
Oruçluya mekruh olan hususlar
1) Bir seyi dilinin ucuyla gereksiz yere tatmak
2) Lüzumsuz yere bir sey çignemek
3) Sakiz çignemek
4) Kendisinden emin olmayan bir kisinin hanimini öpmesi, boynuna sarilmasi, kucagina almasi
5) Tükrügü agizda biriktirip yutmak
6) Kan aldirmak
7) Kendini zayif düsürecegini tahmin ettigi yorucu bir iste çalismak
8) Agzina su alip çalkalamak